13 Nisan 2010 Salı

C. Ronaldo vs. Messi


Bizim Forza kral mekan diyorum da reklam sanıyorlar, cidden öyle.

Bazen gördüğüm, okuduğum bir tek satır bile dünyevi dertleri unutup alayına tebessüm etmeme yetiyor.

Messi-Ronaldo kıyasının tartışıldığı mevzuda Emre Demirer ağabeyimin son noktayı koyan yorumu gibi...

''İbrahim Tatlıses mi ? Nihat Doğan mı? tartışması gibi birşey zira, bu tartışma...''

Ne diyelim, doğru söze ne hacet...

Bi Daha Sana Tüyo Verenin...

-Birader, kupon yapıyorum da bi maç versene...

-Gs-Diyarbakır 4-6 gol olur, üst garanti. Handikap da yazabilirsin...

-Espanyol-A. Madrid ne olur?

-1 olur.

-Kafan mı güzel a.k

Ve Espanyol 3-0 A.Madrid

**

Biraderin kuponu tutar, lâkin Espanyol'u yazmamış ve daha sağlam bir cukkadan olmuştur. Akabinde iddaa alemine armağan ettiği bir diğer kupon öncesi tekrar danışır kardeşine.

-Rubin Kazan alt, St. Pauli 1x olur mu?

-Kazan dengesiz takım, Boca'yı yaz.

-Oha lan, Boca sonuncu a.k

-Onun için kazanacaklar zaten.

Ve Boca 4-0 Arsenal Sarandi

**

Biraderin kuponu yatar ve nitekim Boca yine yazılmamıştır. Kayseri-Sivas maçı üst olur olmaz beni arayan güzel birader bu kez suskundur. 2 günde tavsiyem olan 2 maçı yazmayıp toplam 4.6 oran kaçırması kendisine müstehaktır.

mdurucan; bi daha da sana tüyo verenin...

Temmuz...

Sevmezdim Temmuzları...

''Güzel abi'' olarak tanımladığım kim varsa Temmuz'da göçmüşlerdi bizden öte tarafa. Saysam saymakla bitmez hüzünler katmıştı henüz kısa diye geçen ömrümüze. Oysa kısa denen o ömürlere biz Temmuz'da efkarlananlar ne hüzünler sığdırmıştık...

Bir sonu olmalıydı bunun. Bizden nice hayatlar alan o yakıcı Temmuz bir kez olsun hayat katmalıydı bize. O güneş bir kez olsun yakmak için değil de, ısıtmak için doğmalıydı içimizi. Karşılık beklemek değil, umut etmekti bizimkisi. Bir Yılmaz Güney repliğinde yatardı hayata dair düsturumuz. ''Bize göre değil umutsuz yaşamak...''

Umut tarlasına ektiğimiz tohumlar, Temmuz'un ilk günü basit bir selamla mahsül vermeye başladı. Öyle ki, dibine suyu verdiğin arsız bir çiçeğin kökünden taşması gibi usulca girdiği yüreğimizden bir baktık ki taşıvermiş. Gittikçe daha da işlemiş içerimizdeki toprağa onun kokusu, onun varlığı. Oysa elimizi bile uzatamaz olmuşuz, o güzel dalları kıran el olmamak için. Ancak ona dair içten içten ütopyalar beslemişiz. Hayat uçurumun kenarındaymış, o ise yukarıda kalmamız, hayata tutunmamız için bir sebep. Bu sebeptendir adına ''Uçurum Çiçeği'' deyişimiz, kokusunu içimize çekmeden dahi.

Ve Temmuz'a sinmişken o koku, artık sevmemezlik edemezdim Temmuzları. Öyle birşey sunmuştu ki, aldığı ve alacağı herşeye bedel. Ulan bilseydim sövmezdim sana be, nereden bilirdim kıyağın bu denlisini yapacağını dercesine büküktü boynum üstelik. Adına kader dedikleri bir bilinmemezlik daha nice Temmuzları uçurum çiçeklerinin kokusuyla yaşamak için iştahlandırıyordu sadece. Bana Temmuz'u böylesi sevdirecek tek şey vardı hayatta, o da gelmişti başıma.

Sonrası çok şey... Çok yaşanmışlık, çok paylaşmışlık, çok gülmek, çok ağlamak, çok düşünmek ve hepsini çok sevmek çatısı altında birleştiren çok şey. Ama o çok şeyin en ufak bir zerresini bile unutmayacak, herbirine tebessüm edecek ve en kötüde bile kendi umudunu kendi yeşertecek, hayata ondan önceki gibi değil, onun sevdiği gözlerle bakabilecek başkalaşmış bir yürek çarpıntısı hasıl olmuş. Temmuz günü o malum iki kelimeyi ederken titretmeye kadir olan güç bunu mu başaramayacaktı sanki? Velakin kendini kendin gibi değil de onun sevdiği gibi sevmeye başlamışsan olmuşsun derler. Diyenler öyle eften püften adamlar da değillerdir üstelik. Örneğin Mevlana der ki;

''Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer,
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun? Etme..''

Etme... Bir sitem cümlesi gibi algılansa da 'etme' demek, 'gitme' demekten her daim daha kolaydır. Her sitemine razıyım hesabı bir demlenmişlikten çıkabilirse ruhun, tüm dünyayı omuzlayabileceğine bir inansan ve inanmayı da geçtim, inandırabilsen Temmuzların da boynu bükük kalmaz oysa ki. Şimdi senden birşey isteme hakkım olsa ey hayat; sen söyle, 'etme' mi demeliyim, 'gitme' mi?

Senden ne istediğimi sen biliyorsun zaten, yeter ki bir dahaki Temmuzda bir kurşun yarası değmesin bize. Kurşunu da biliriz; hani girerken belli etmez de terkederken parçalar. Hani kan dursa da izi kalır ve hani yıllar geçse bile sızlar soğuk havalarda. Sensizlik, soğuk...

Yaş dökerek ısınmayı da kimse becerememiş henüz. Belki tutarsan elimi, güzel günler görürüz.

Şimdilik bu kadar...

Ama biten, sadece ve sadece satırlar.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Tekel'in de Sesi Var

Kimin neresine dokundurduk bilinmez, ama pankartımıza el konuldu Kasımpaşa maçında.

Her ne kadar Tekel artık yasak olsa da;

Tekel'in de sesi var der Çarşı, duyuralım...

15 Ocak 2010 Cuma

Deplasman...


Enteresan bir süreçtir deplasman... Süreçtir diyorum, çünkü sabah çıkılıp akşam dönülen ve şehirlerarası bir seferin döndüğü bir olgu değildir sadece. 4-5 gün önceden duyrulur. ''Cukkaları hazırlayın beyler, bu cumartesi deplasmandayız.'' Parayı toplama telaşına düşersin, ders çalışma sözü verirsin evdekilere falan filan... Hep bugün son denilir, yarın tekrar sorulur. ''Para tamam mı kardeşim?'' Teslim edersin, bu kez soru işaretleri...Kırk tilki gezer kafanda. Otobüs kalkacak mı acaba, kaç kişi olduk ki? Koridora düşmesek bari a.koyim.

Gelip çatar maç günü.Evden nevaleyi falan hazırlarsın.Tekel'e katkıda bulunmak için bozukluk ayırırsın bir kenara.Uyumak istersin, sabah erkenden kalkacaksındır.Nafile, uyuyamazsın... Gelir maç sabahı, buluşursun arkadaşlarınla.Soğuk havada zıplaya zıplaya ''Hacı çaksak bari lan'' dersin.Doluşursunuz otobüse ve daha kaptan vitese el gaza ayak vurmadan başlar makara... Ormandan kestim çamı Fener ananın ....

Otobüsün tavanına vurmaya başlarsın Beşiktaş derken sesin daha gür çıksın diye.Otobüs içinde minimum iki grup vardır birbiriyle rekabet edercesine.Tayfanın fırlama ve ayyaş takımının konuşlandığı arka beşliden bir ses duyulur. ''Ön taraf ön taraf sesin çıksın ön taraf'' Önde genelde abiler vardır, akıllı olunması yönünde uyarılır.Uyarı da bizim kitaptan verilir. ''Arka noluyo, g... başın oynuyo'' Arada illa ki parazitler de olacaktır. ''Lan sabahın köründe yola çıktık, bi susun da uyuyalım a.koyim'' Bu sırada şehirden henüz çıkılmadan yol kenarı ve yağmalanmaya müsait bir Tekel büfesinde durulup gerekli enerji kaynakları ederinin dörtte biri ödenerek tedarik edilir ve elde şişelerle geri dönüldüğünde artık kaptan da alkole uygun müzik yayınına başlamıştır. Biralar çekilmeye; bu esnada sevgililer düşünülmeye, ''ulan Beşiktaş'' denilmeye, harçlığı kesen pedere sövülmeye falana filana afralanıp tafralanılmaya başlanır.

Efkârlı şarkılar eşliğinde devrilen kilometrelerde şarkılar başka alemlere salar herkesi.Önlerde bir İbocu varsa ayar etmek için Yıldız Tilbe şarkısı açılır ve tezahüratlar yapılır kendilerine. İbocu posta atar, sağa çekilmesinden yanadır otobüsün. Tayfa bu kez manevralanır bir Tatlıses şarkısına. Boş gitmez tabi bu şarkılar, hal böyleyken de sık sık ihtiyaç molaları verilir.Şehirlerarası yol kenarlarının en büyük eksiğidir beş yıldızlı umumi helalar, bu yüzden ağaçlık bir yere doğru yönelmek caizdir.Eğer bünyeyi boşaltırken karşıda bir yerlerde oturanlar varsa evin muhafazakâr erkeği taşlı sopalı gelebilir üstünüze. Çakırkeyf kafalar şarkıları çoktan basite indirgemiş, uyuyabilen varsa uyanmış ve otobüsün içerisi sigara dumanına boğulmuştur.Artık kaptanla makara vaktidir. ''Kaptan bizi şarampole yuvarlaaaaaaaaaaaaaaaaaaa yuvarlaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa yuvarlaaaaaaaaaaaaaaaaaaa...'' Arada eski maç anıları, eski besteler olmadan olmaz.Rakip tribünlere illa ki dokundurulur, mevzular anlatılır, eskiler anılır.Bu arada karınlar acıkmaya başlamıştır ve bir Çarşı otobüsünde yemeğe durmaya meyledildiği vakit hala Optik Başkan'ın anıldığını duyabilirsiniz. Yemek ve alışılagelmiş ihtiyaçlar da giderildikten sonra devam edilir yola.Az, uz dere tepe düz gidildikten sonra yol üzerinde çevirmeye rastlanır.Çevik kuvvet beyaz desene sesleri arasında bir gülümsemeyle inilir aşağı.Türk polisi otobüsün içine kadar girer, bakar ve bulabildiği yalnızca 2-3 sprey boyadan ibarettir.Arama bitip otobüs yeniden hareket ettiğinde dillerde emniyete inat bir beste vardır. ''Aramazsan arama yar aramazsan arama, zaten birşey bulamazsın emanetler zulada.'' ... Nihayet stadın önüne gelinmiştir.Bileti olanlar bir an önce stada girebilme, diğerleri ise çift turnike derdindedir.Daha ayak basar basmaz başlarız biz besteye...

Bu sevda bitmez, hasret bitmez
İsteyene gider hiç farketmez
Bu alemde Çarşı, herşeye karşı
Allah affeder, Çarşı affetmez...

Gittik mi iyi gideriz, alayına gideriz biz.Rakip takım taraftarının bile hayranlığını kazanacak, ''Çarşı geldi'' demelerine sebeptir bizim gidişimiz.Dönüş yolunda istikametin hüzün mü sevinç mi olacağını ise maç sonucu belirleyecektir.Kaybedince zulüm gelir dönüş yolu, ama kazanırsak da kimsenin bağırmaya mecali kalmamıştır.1 kişi hariç...Kaptan

''Gençler leş gibi kokuyor arabanın içi, ayıp.''

İçimizden biri yapıştırır voleyi.

''Kaptan sabah beri içiyoruz yeni mi aklına geldi a.koyim.''

Kaptanın salvoları bitmemektedir, o an için kaptan dırdırcı bir kaynanadan farksızdır.

''Bak klimayı da bozmuşsunuz.''

Bu kez bir başka gönüllü Kara Murat:

''Lan 302 otobüs klima mı kalır kaptaaaaaaan.''

Çıkabilen son seslerle kaptan noluyo çekilir.Kimisi atkısını, kimisi arkadaşını, kimisi montunu yastık belleyip uykuya dalışlardadır.Arada bir kafayı kaldırıp nerdeyiz tarzı bakışlar atılır etrafa, varsa son kumanyalar bölüştürülür.

Sabahın ilk ışıkları olmaktadır ve otobüsten inilip eve dönülme vaktidir.Dillerde hala Beşiktaş, kafalarda ise bir sonraki maçın hesabı vardır.Yenildi isek; ''Bi daha gelmem lan.'' diyenler sıkça çıkabilse de bi dahaki deplasmanda en önce ''Oğlum beni de yazın lan.'' diyenler onlar olacaktır.

Sıcacık yatağına az kalmıştır artık.Sabahın ilk ışıklarıyla kimseyi uyandırmamak için anahtarla açarsın kapıyı, ahalide mutlaka uyanık biri çıkar.

Sorar, anlatırsın, anlatmalara doyamazsın.

Ve bodoslama yatmaya giderken tebessüm, ıtırlı bir ses, ve bir aşk şarkısı kalır dilinde...

''Beşiktaş'ım sen çok yaşa
Canım feda olsun sana...''

Her deplasman aslında bir kavuşmadır.Bu karede de kavuşmayı beklediğimiz canlarımız yer almaktadır.Bir yanımız Optik Başkan, bir yanımız Pembe Hasan...

Soldan sağa: Cem abi (Sarı), Ayhan abi (Ankaralı), Optik Başkan, Pembe Hasan

14 Ocak 2010 Perşembe

Efsane...


Çocukluğumun 11 numarası ''Alo'' dedi bana bugün.

Karşımdaki Metin;

Hani şu depar attığında saçları dalgalanan.

Dalgasına vurulduğum, dalgalanıp durulduğum...

Abi dedim gelsene Forza'ya kıralım iki lafın belini.

''Internet kullanmıyorum ki be abicim.'' dedi.

Arada parazit yaptı telefon, sesler karıştı birbirine falan fıstık...

Paraziti bile ayrı güzeldi gerçi.

O forma da sizlerle başkaydı inan.

Tribün liderinin cenazesinde ağlayan kaç futbolcu kaldı ki?

Sormuşlardı giden kim diye, ''Bizim Optik'' demişti.

Ben de ''Bizim Metin'' ile konuştum bugün.

Bir zaman makinası lazım şimdi doksanlı yılların başına atsın bizi.

Anıları anarken anladım ki çok özlemişiz seni...

Sarı fırtınam, felaketim hasretim...

En büyük her daim Beşiktaş be abi.


6 Ocak 2010 Çarşamba

Gözlerde Bir Damla Yaş...



Anlatamam derdimi hiç kimseye...

Beşiktaş söz konusu olduğu vakit neden bu kadar fanatik, neden bu kadar âşık, neden bu kadar Mecnun olduğumuzu soranlara verdiğimiz cevap...

Onların adına delilik dedikleri sevda...

Nihavent makamında bir efkâr vesilesi...

Ama ne kadar ağlatsa da ''Kimseye Etmem Şikâyet''

Yaralı gönüllerin, eskiye dair özlemlerin fasılları sevdiği gibi severiz seni.

Ah be amcam;

Şu altmışlı yaşlarda bile hala Beşiktaş aşkıyla dolu yüreğin vuruyor ya gözlerine,

Saçına karışmış siyah beyaz sakalına düşüyor ya o aşk tanesi,

Sonu ''aşk nelere kâdir'' e çıkan Mevlevi deyişleri kadar saf ve temiz...

Çölde bir baha, kutupta yaz gibi eşsiz...

Oysa hangimiz ağlamadık o kapalıda?

Hangimizin gözyaşları vurmadı ki tavana?

Gırtlağımızı patlatıp, sesimizi sonuna kadar harcayıp birbirimize sarılmadık mı oralarda?

Sesi çıkmayanla kalan son damla suyumuzu, parası çıkışmayanla köfte ekmeğimizi paylaşmadık mı?

Biliyoruz bunların hepsini lâkin;

Seninkisi bir farklıydı be amca.

Buseyle dağılır mı bir yürek?

O busenin oku kartal kanadındansa yüreğe ne gerek...

Gözlerindeki yaşın çizdiği yolda, ölümüne Beşiktaş...

Ya da Hacıbaba'nın dediği gibi ''Hayatta Beşiktaş''

Veya Optik abinin sevmesi gibi...

Beşiktaş var ya amca;

Beşiktaş işte...

Gözlerde bir damla yaş, kalbimizde bir aşk.

Ellerinden mi öpsem şimdi, yoksa gözlerinden mi?

Hepsini boşver de kartal yüreğine kurban...


2 Ocak 2010 Cumartesi

Forza'ya Ustalar Gelmiş, Bizde Bir Bayram Havası


Tribün havası soluyan solumayan, lâkin hayatının öncelikli basamaklarına Beşiktaş'ı yerleştiren ve aynı zamanda ADSL hizmetinden faydalanabilen insanların uğrak yeridir Forza.


Hatta ve hatta henüz internet teknolojisinden bihaber olduğumuz yıllarda çıkan Fanzin Dergi ile Beşiktaş taraftarının nabzını tutmaya, Çarşı'nın birnevi sözcülüğünü yapmaya başlamıştır, velhasıl mazisi derinlere dayanır.


Bu kadar eski ve köklü bir oluşum olmasının yanında biz müdavimleri için hala bir bağımlılık, bir kutsal mekan, bir mesken, bir vazgeçilmez vasıfları taşımaktadır.


2006 yılından itibaren izlemeye aldığım, 2007 Ağustos'unda ise fiilen içerisinde bulunmaya başladığım Forza için içinde bulunduğumuz zaman diliminin anlamı daha farklı.Çarşı ile birlikte öyle büyüdük ki artık gazetelerde, televizyonlarda, sözü dersmişcesine dinlenen, yazdıkları yazılar ütopik güzelliklere uzanan iki usta; Feridun Düzağaç ve Cem Dizdar da artık Forza'dalar.Bizi şimdiye değin birçok kere sürükledikleri rüyalar aleminden bu kez Forza içerisinde sürekli suretle konuşulan bir hayalin yardımcı oyuncuları kıldılar.Artık onlar da bizlerle aynı sayfalara göz atıp, aynı satırlara kafa yoracak, aynı konulara yazacaklar.


*Dipnot: Forza camiası olarak bizlerin de ustaların yanında daha dikkatli yazmamız gerektiğini iliştireyim.


Üstelik gelen ustaların F.D ve Cem Dizdar ile sayılı kalmayacağı yönünde güzel şeyler de geliyor kulağa, bekleyip göreceğiz.Velhasıl başta da söylediğimiz gibi; bizim Forza'ya ustalar, gönüllere bahar geldi.


Ve esas not: Fanzin Dergi demişken es geçmek olmazdı.Güzel dergimiz Forza Beşiktaş sadece taraftarın nabzını tutmakla kalmadı, ''Biz yaptık, biz ettik'' denilen bestelerin kaynağının Çarşı olduğunu da kanıtladı.


Bize de ''Ezikler Utanın'' bestesini yapıp söylemek düştü.



Bu da size kapak olsun...






Yine, Yeni, Yeniden

Bilgisayarda meydana gelen bir aksaklıktan dolayı blog'a mecburi ara vermek zorunda kaldık.Gerçi ara ara Forza'da yazıyoruz ama buradan devam edebilmek de güzel bir duygu nitekim.Tekrardan Vira Bismillah!